mizahgastesi bardak
KÖŞE

Anılarımda Saklı Şarkılar

Bazen bi şarkı duyarsın, konuşmaz dilin şakır da dökülüverir ya kelimeler ağzından, ha işte öyle oldu bana da. Dinledim, yazdım. Dinledim, yazdım. Ne hissettiysem. Neyi hatırladıysam. Çaldı o şarkı, ben de yazdım efenim.

‘’Ama Babacığım…’’

Küçüktüm. Babama göre, benim yaşımda ev geçindirenler vardı. Ama ben bırakın akla karayı, kendimin var oluşunu bile belleyememiş bir çocuktum daha. Küçüktüm. Bir dükkanımız vardı, orada büyüdüm sayılır. Dinlemesi günah şarkıları ilk kez oradaki internet bağlantısıyla dinledim. O zamanlara kadar babamın arabada açtığı türkü kasetleri ve Kral TV’deki ukala pop şarkılar dışında müzik dinlememiştim. Ben gerçekten küçüktüm. Babam bana her sohbetimizde ‘’ben ne yapıyorsam senin için, ben ölünce her şeyim sana kalacak…’’ gibi laflar sıralıyor, kendisinin ölümünü bekleme isteğimi artırıyordu. Ne ben küçük olduğumun, ne de o 12 yaşında bir oğlu olduğunun farkındaydı. Ben gerçekten küçücüktüm.

Sağlık olsun babacığım, ben sokak ortasında ağlarken nedenini bile sormayıp, seni esnafa rezil ettiğimi düşündün ama olsun. Adam olamayacağımı suratıma yüzlerce kez haykırdın ama olsun. Duygulandığım zaman karı kılıklı deyip başından savdın ama olsun. Sağlık olsun babacığım. 12 yaşındaki hayal kırıklığın artık 21 yaşında.

-Zaman değirmenini durdurmak kolay değil.-

‘’Meczup’’

Yaş 14, iftara pide almaya çıkmışız Furkan ile. Furkan biraz politik takılmayı severdi çocuk aklınca, havalı duruyormuş. Girdik fırına, haftalardır süren o olay devam ediyor, TV’de sürekli onunla alakalı haberler vs. daralmış durumdayız. Tabi biz İzmir’deyiz, Gezi Parkı nerededir, önemi nedir, neden AVM olmamalıdır bilmiyoruz. Ama Furkan sürekli atak halinde. Ailesi oruç tutmadığını öğrenmesin diye kıvranan herif alıyor yalan bir twitten yalan bir infoyu, yapıştırıyor yüzüme. Bak diyor, Başbakan düşecek!

-Yav ilgilenmiyorum oğlum gösterme.

-Nasıl ilgilenmiyorsun oğlum düşecek hükümet.

İlgilenmedim o haberlerle, ilgilenmiyorum, ilgilenmeyeceğim. Hiç oralı olmadım ama beni de yaktılar. Ya ben okul açılsın da sevdiğim kızı göreyim diye bekleyen, boş zamanlarında ranzanın üst katına çıksam yatak çöker mi diye düşünen tombalak bir çocuktum. Bu kadar hayatımın içinde olacak kadar değerli olduğunuzu düşünmeyen, içinde makam arabalarınızın olduğu konvoylardan nefret eden, mahalle bakkalı Adnan Amca’dan farklı olduğunuzu düşünmeyen biriydim. Yapın işinizi gidin demek isterdim suratınıza.

-Hiç oralı olma meczup seni de yakarlar!-

‘’Deniz Üstü Köpürür…’’

Her büyükşehirin bir arka mahallesi vardır. Koca koca binaların, ışıltılı yolların, günbatımı izlenen bir sahilin ve çok bilmiş insanların olmadığı yerlerdir buralar. Siyasi ve coğrafi haritalarda büyükşehir sayılan, fakat en yakın gezme yerine toplu ulaşımla 1 saat olan yerlerden bahsediyorum. İzmirliyim, fakat Buca’danım diyorum mesela. Buca… Güzel İzmir’in arka mahallesi. Büyüdüğüm yer. Palmiyeli bir şehrin sokaklarına tırlar parkeden semti. Epey kozmopolitik. Kalbim nasıl burda atmaya başladıysa, kafam da ilk kez burada attı benim. Başım çok ağrıyor, sanki lise çıkışı Şirinyer’den Buca-Koop dolmuşuna binmişim gibi. Başım gerçekten çok ağrıyor. Sanki denizi ilk kez görmüş gibiyim. Sahi, ben ilk ne zaman deniz gördüm?

Yanlış yerde yaşamak ucuzdur ama bedeli ağırdır bilirsiniz. Şen şakrak sokaklar görmek isterken gönlüm, gözüm spreyle duvara yazılan aşk ilanları görüyordu o yıllarda. Soba dumanından deniz köpüğüne doğru yola çıkardım her gün. Binip 465’e Konak’a iner, biraz nefeslenir ve Çankaya’ya doğru yürürdüm Kemeraltı’ndan. Ve kulağımda bir şarkı, haykırıyor evrene benim yeni tatmaya başladığım o kokuyu;

-Deniz üstü köpürür hey canım rinna nay rinna rinna nay…-

‘’Mecburiyet…’’

Yaşlar büyür, günahlara girilir ve yan mahallenin bakkalındaki toplar çalınmaz olur…

Evet, adını bilmediğim ama her gün aynı süveteri giydiğini adım gibi bildiğim amca, biz çaldık toplarını. Birimiz müşteri gibi girip 50 kuruşa senin dandik gazozlarından aldı, diğeri kapı ağzında bekleyip top filesinin önünü kapattı, öbürü ise eliyle yırttı fileyi ve çaldı topunu amca. Küçüktük amca affet bizi. Merak etme alışkanlık haline getirmedik çalıp çırpmayı…

Bir günde kurtulmadık çocukluktan ama 1 gün bile kendimi büyümüş hissetmedim. Zeynep’i seviyorum, Üsküdar’da oturuyorum, bir prodüksiyon şirketinde çalışıyorum ve sinema okuyorum. Ben halen masum bir top hırsızıyım. Belki gerçekten büyüyünce hep aynı süveteri giyerim, 50 kuruşa gazoz satarım ve kapıma top filesi asıp mahalledeki veletlerin iştahını kabartırım…

Çoğu şeyi yapmaya mecbur kalıyorum fakat günün sonunda gelecek güzel günleri düşünüp fezaya dalıyorum. Umutlar bizde, sevgiyle…

-Her gün bir yol, dönüş yok geriye…-

Doğucan Yaşar

Oyuncuların Kariyerlerini Şekillendiren Efsane Karakterler

önceki yazı

Sokağın Çocukları 2. Sezon Başlıyor

Sonraki Yazı

Yorumlar

Yoruma Kapalı.