mizahgastesi bardak
İnceleme

Bir Taşra Trajedisi: Bir Zamanlar Anadolu’da

Başrollerini Muhammet Uzuner, Taner Birsel ve Yılmaz Erdoğan’ın paylaştığı 2010 yapımı Nuri Bilge Ceylan baş yapıtı. Bir Zamanlar Anadolu’da, bir doktor ve savcının cinayet soruşturmasındaki 12 saatlik öyküsünü anlatmakta. 2011 yılında yayınlandı, birçok olumlu yorum aldı ve çokça beğenildi. Film, sadece 12 saatlik bir cinayet öyküsünü anlatmaktan ziyade aslında içerisinde bir trajedi barındırmakta.

Karakterler;

Filmde cesedi arayan ekipte kimler var?

Savcı, doktor, 2 zanlı, 2 polis memuru, 2 adliyeye bağlı şoför, komutan ve askerler, 2 kürekçi ve 1 de adliye memuru. Film içerisinde baskın karakter olarak Komiser Naci’yi görmekteyiz (Yılmaz Erdoğan). Baskın olmaktan öte, sürekli birilerini birilerine şikâyet ediyor. Bu soruşturmanın kilit adamı olma çabasında olduğunu iliklerimize kadar hissettiriyor. Eşiyle yaptığı telefon görüşmesinde tatlı tatlı konuşsa da eşi sürekli ona bağırıyor, o ise kimseye çaktırmıyor. (Ahkâm kesmeye kalkınca Savcıya bile kızabiliyorken!) Çünkü konuşmalarında çizdiği bir karakteri ve duruşu olsa da bunun öyle olmadığı hemen anlaşılır. Kısaca çevremizde mutlaka bir kez gördüğümüz klasik orta direk devlet memuru tipi. Bir de Savcımız var (Taner Birsel). Savcı, Naci’ye kızıyor, doktorla konuşurken komutan ile alay ediyor. Naci kürekçilere kızıyor, katili dövüyor. Erşan Kuneri’yi de buradan anmış olalım (Aşçı, bahçıvan, uşak metaforu) ve şu söz tüm bu olayı özetliyor; “Bak savcıya, adam hukuk tahsili yapmış, çalışmış, sigarasını da içer, fırçasını da atar. Niye? Hak etmiş adam.” Klasik tutucu ailelerde olan, ebeveynlerin ‘madem istiyorsun, hak etmen gerekir’ anlayışını ve taşrada bu anlayışın hakim olduğunu hatırlatmakta. Ancak iş bu kadar değil. Filmde bir şeylerin doktora (Muhammet Uzuner) anlatılması dikkatlerin çekilmesi gereken bir nokta. Bkz; manda yoğurdu sahnesi (bunun açıklamasını ileride yapacağız)

Doktor;

Doktor Cemal (Muhammet Uzuner)

Doktorumuz (Muhammet Uzuner) dinleyen tarafta. Peki, ‘neden hep bu adama bir şeyler anlatılıyor?’ derseniz, cevabı basit; Taşrada okuyan insan özeldir. Ancak hiyerarşide ne kadar üstte olursa, bir o kadar da çekinilir ondan. Lakin taşra için öğretmen ve doktor öyle değildir. Kıymetlidirler ama hiyerarşide yerleri yoktur. En iyi bilen ve anlayacak, danışılacak kişilerdir onlar. Bu yüzden savcı eleştirilir, soğuk görülür, tartışılır ancak tüm bunlar bir tek doktora anlatılır.

Manda Yoğurdu;

Filmi izleyenler bilir, filmin bir sahnesinde Naci yaşadığı bir olayı anlatır. Olayın temelinde ise tepside kebap beklerken manda yoğurdu gelmesi. İşte filmi güzel kılan noktalardan biri de budur; konu olan cinayet değil, aslında insanların kendisidir. Bütün karakterleri az ya da çok diyaloglar içerisinde sırasıyla tanıdık, savcının karısını aldattığını, karısının ona ceza vermek için intihar ettiğini bile öğrendik.

Taşra ve Trajedi;

Her ne kadar muhtar sahnesinde Ercan Kesal’ın müthiş oyunculuğuna odaklansak bile gözden kaçmaması gereken bazı noktalar var. Gecenin bir yarısı köye misafirler geliyor (en başta koskoca savcı!). Adamlar aç karınlarını doyurma derdinde, muhtarsa köydeki morg ihalesi derdinde. Orta direk olan çocukları ile övünüyor. Köyün dedikoducu olduğundan muhtar ile alakalı dedikodular var birde. ‘Taşrada insan tarlada çalışmak, hayvanlara bakmak dışında ne yapar?’ sorusuna cevaptır bu sahne. Ha unutmadan, köy sandığı paralarını yemek ile suçlanan muhtarın yine köylüler tarafından zorlanarak 3. kez aday olarak seçimlere hazırlanması da ayrı bir ironi. Peki ya trajedi mevzusu? Taşrada ne gibi bir trajedi olabilir? Sorularını doğal olarak sorabilirsiniz. Şu örnekten yola çıkalım; trajedi ölünün vahşice öldürülmesi değil, ölünün cesedini arayan kişilerin vahşice öldürülmesini anlamasıdır. Taşra trajedisi, zihinlerin içerisindeki gizli sırlarla (Katilin, ölünün karısı ile olan yasak aşkı ve çocuğunun ondan olması örneğin) başlar, kan dondurucu olay(-lar) ile devam eder (cinayet gibi) ve kısa sürede duyulması ile doruğa ulaşır. Kısa sürede taşrada herkesçe duyulması trajedinin kan donduruculuğunu artırmakta ve taşrayı inanılmaz derecede etkilemektedir. Gidilen köyün Arap’ın eşinin köyü olması, her ne kadar Muhtar sevdiklerini söylese de Arap’ın o köyü ve insanlarını sevmediğini söylemesi, hanımının köyüne giden damatların trajedisini apaçık anlatmakta 🙂

Mesele;

Filmin başından itibaren tabiri caizse ‘ilginç-şaşırtıcı’ bir cinayet hikâyesi beklerken film bittiğinde asıl hikâyenin, karakterlerin (kendi hayat hikâyelerinden dolayı oluşan) benlikleri olduğunu anlıyor ve bir an duraksayıp kendi benliğimizi düşünüyoruz. Biraz daha metaforik konuşmak gerekirse Sabahattin Ali’nin ‘İçimizdeki Şeytan’ romanındaki karakterler gibi karakterler izlemekte, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanından alışılagelmiş ‘Harbiye tarzı’ modern şehir hikayesi yerine ‘Fatih üslubu’ unutulan arka bahçeye yolculuk yapmaktayız. Mesele de bu işte, olaylara, kişilere ve taşraya bakın, mükemmel hiç bir şey yok! Sadece akan zaman içinde, farklı hayat hikâyelerinden ortaya çıkan, farklı bakış açıları var. Ercan Kesal’ın, nasıl yıllar sonra gittiği Keskin ilçesinde yıllar geçse de çok fazla bir şey değişmediyse, yıllar geçse de çok fazla bir şeyin değişmediği düşüncelerimiz, 1984’ten beri bıraktığı araçlar nasıl duruyorsa, farklı önemdeki insanların bizde bıraktığı acı-tatlı hikâyelerimiz var. Bizi farklı kılan şeyler yani. Hayat, işte bundan ibaret..

Berk Şahingöz
İnceleme Yazar / Mıttar Adayı

Kemal Sunal’ın Başrolde Olduğu 5 Uyarlama Film

önceki yazı

Gülmeme Challenge İçin En İyi 5 YouTube Dizisi

Sonraki Yazı

Yorumlar

Yoruma Kapalı.